top of page

Sırada hangi düşman var?

Yazarın fotoğrafı: Mümtaz'Er TürköneMümtaz'Er Türköne

"Türkiye’de siyasetin doğasını tam ciğerinden yakalayıp çözmek istiyorsanız, tam da şu sıralarda sürüden hangi keçinin seçildiğini, gürültülü çıngıraklarla süslendiğini ve törenin ne zaman başlayacağını takip etmelisiniz. Eskilerden biri mi, yoksa yeni biri mi?"


Şu sıralarda siyasetin en çok yokluğunu hissettiği günah keçisinden bahsediyorum.

Siyasetin rengini, kimyasını, atmosferini ve dengelerini tek başına belirleyeceği için, güç sahiplerinin istediği yerde duracak, ihtiyaçlarına cevap verecek, kötü giden işlerin asli suçlusu olarak günahlarından kurtulmak için aç kurtlar gibi sabırsızlanan toplumun önüne atılacak, bütün günahların ve suçların yükleneceği ve böylece lekeli vicdanları rahatlatacak bir düşman lâzım. Bu yüksek makama oturmak için ya eski düşmanlardan biri yeni kıyafetleriyle arz-ı endam edecek, ya da yenisi bulunacak.

Bütün tarihimiz boyunca yaptığımız gibi.

Siyasetin evrensel doğasının tezahürlerinden birini konu ediniyoruz. Carl Schmitt siyaseti, dost ve düşmanı belirlemeye indirgiyor, en çok da düşmanı. Dünya bir tarafa biz bu işi fazlasıyla abartarak yapan bir milletiz.

Tamam, buraya sonradan geldik, bu toprakları yurt edinmek için düşmanlarımızla çokça savaştık. Akarsular uyudu, ama düşman uyumadı; hep tetikte olduk, hep tedirgin yaşadık. Yeni yurdumuzda üç yanımız deniz, dört yanımız düşman oldu. Sonra düşman sahibi olmayı teneffüs ettiğimiz hava, yediğimiz ekmek gibi gündelik yaşama kadar inen bir alışkanlığa dönüştük. İktidar sahipleri ve güce yakın duranlar bu düşmanları ve düşmanlıkları bir iktidar tekniğine dönüştürmekte gecikmediler.

Düşmanın kim olduğu hiçbir zaman önem taşımadı; “vurun söyletmen” diye toplumu ikna etmesi ve iktidara o düşmanları ezip yok edecek sınırsız vekaleti vermemizi sağlayacak kadar ikna edici olması yeterli oldu.

Sanki göz koyan var gibi, beş asır önce alıp payitaht yaptığımız, her köşesini iğne oyası gibi işlediğimiz şehrin fethini hâlâ kutluyoruz. Yakın zamana kadar şu küçücük Yunanistan’ın şaşkın askerlerinin, I. Dünya Savaşı’nın enkazı arasında gelip iki sene işgal altında tuttuğu şehirlerimizin kurtuluş günlerini iddialı törenlerle kutladık; hatta o günlerin tarihleri, gün ve ay ismine çevrilerek okullarımızda, semtlerimizde yaşatılmaya devam etmiyor mu?

“ERMENİ DÖLÜ” EDEBİYATI VE GASP EDİLEN MALLARA KONANLAR…

Biraz sakin ve sağduyu ile bakalım:

1915 yılında Ermeniler, bu topraklardan bir gecede sürüldü. “Tehcir soykırım değildi, yolda başlarına olmayacak işler geldi?” tezi hâlâ diplomatlarımız tarafından canla başla savunuluyor. Devletimizin resmi bir görüşü ve duruşu var. Bu resmî görüşe göre bile birkaç yüz bin masum sivil Tehcir sırasında hayatını kaybetmiş. Bizi ilgilendiren tuhaf bir sonuç var: 1915’ten sonra Türkiye’de İstanbul dışında neredeyse hiç Ermeni kalmadı. Soru şu: “Affedersiniz Ermeni” sözüyle ironi yüklü klişesine bürünen “düşman” algısında Ermeniler nasıl oluyor da hâlâ ürkütücü ve korkutucu rollerini oynamaya devam ediyorlar? Bugünkü düşmanlarımızın nasıl imâl edildiğini kavramak için açık bir cevabı var bu sorunun. Çünkü “Ermeni dölü” edebiyatı tehcir edilenlerin mallarına gasp ederek güç ve zenginlik elde edenleri korumak için özenle canlı tutuldu ve sonrasında alışkanlığa dönüştü. Ölen sivillerin anısı nasıl lanetlenir? Bir açıklaması var mı?

DİYANET DİNDARLIĞI VE ALEVİLİK

En masum, en talihsiz ve en savunmasız “düşmanlarımız” çok uzun bir süre, Osmanlı’dan sağlam şekilde paketlenmiş bir düşman olarak devralınan Aleviler oldu. Cahil kitlelerin vahşi nefretini, çoğunluğun kritik desteğini sağlayan bir iktidar tekniği ile Aleviler ötekileştirildi ve hem de hemen yanı başımızda kanlı-canlı varlıklar olarak düşmanlaştırıldı. Bu kadar kolay harcanmalarının iki sebebi var: Merkezin Sünni otoritesine karşı Anadolu kırsalı yakın zamana kadar Alevilikte direnmiş sonra sünnileşmişti. Sünnileştirme politikası Yavuz döneminden kalma propagandalara dayandığı için somut bir düşman yaratmış oldu. Bu eğilime yaslanan muhafazakâr iktidarlar bu kutuplaşmayı örtülü ama sistematik olarak teşvik ettiler. Türkiye’de devlet eliyle oluşturulan Diyanet Müslümanlığının en bağlayıcı rüknü Alevi düşmanlığı olmuştur. Diyanet dindarlığının yarısı Sünni doktrin ise, geri kalanı Alevi düşmanlığıdır. 1978’de Maraş katliamı, daha sonra Sivas ve Çorum’da su yüzüne çıkan çatışmalar sadece buzdağının suyun üstüne çıkan kısmıydı. Sünni-Alevi kutuplaşmasının bugünlerde etkisini kaybetmesinin tek sebebi var: Diyanet’in itibar kaybetmesi.

KÜRTLER, SURİYELİ MÜLTECİLER VE 15 TEMMUZ’DAN SONRA YENİ DÜŞMANLAR… 

1990’ların başında PKK terörü ile birlikte düşman tahtına Kürtler yerleştirildi. 90’lı yıllarda Türkiye’nin batısında, Ege, Marmara ve Trakya’da sırf ekonomik-toplumsal rekabete dayalı problemlerin hemen etnik çatışmalara dönüşmesini hatırlayın.

2012’den sonra Kürtlerin yerini Suriyeli mülteciler aldı ve elan, isteseler de istemeseler de kendilerine biçilen bu rolü oynamaya devam ediyorlar. Muhalefetin bu yeni düşmanı daha fazla manüple etmesine takılmayın. Siyaset düşman tanımı üzerinden yapılıyor mu yapılmıyor mu, siz ona bakın.

Ermeniler, Aleviler, Kürtler, Suriyeliler ve 15 Temmuz’la birlikte rol üstlenen yeni düşmanlar ve muhalefet partilerinin tamamı. Dışarıya uzandığımız zaman ABD, Avrupa ülkeleri, hemen dibimizde İsrail ve Yahudiler siyasette boşluk doldurmak üzere, düşman sıfatıyla elimizin altında duruyorlar.

“Günah Keçisi” bir Yahudi geleneğidir. Her sene günü geldiğinde bir keçi bulunuyor, üzerine çıngıraklar, su kabakları, gürültü çıkartan nesneler bağlanarak törenle orta yere getiriliyor. Herkes elindeki taşı atarak bu keçiyi bağırtı-çağırtı arasında kovalıyor. Böylece toplum son bir yıl boyunca işlediği bütün günahlardan arınıp yeni bir başlangıca hazırlanıyor.

SÜRÜDEN HANGİ KEÇİ SEÇİLECEK? 

Türkiye’de siyasetin doğasını tam ciğerinden yakalayıp çözmek istiyorsanız, tam da şu sıralarda sürüden hangi keçinin seçildiğini, gürültülü çıngıraklarla süslendiğini ve törenin ne zaman başlayacağını takip etmelisiniz. Eskilerden biri mi, yoksa yeni biri mi? Yalnız dikkat edin: Siyasetin düşman üretme kapasitesi toplumun talepleri tarafından şekilleniyor. Demokrasinin yozlaşmış biçimi olan çoğunlukçuluk, azınlıkta kalanların düşman ilan edilmesi ile işler. Azınlıkta kalanların hakları ve devletin elindeki imkânlar çoğunluğu doyurmaya yetmediği zaman problem başgöstermeye başlar. Problem daha dehşetli ve amansız düşmanlar yaratılarak çözülür.

Bu yüzden dikkatli olun. Düşman imalatı sürecini yakından takip edin. Gözünüzü iktidardan önce toplumun düşman talebine dikin.

Muhafazakârlık denenip işe yaradığı kanıtlanan tecrübelere, yani geleneğe çok değer verir. Bana sorarsanız geleneksel düşmanlarımızdan birinin yıldızı parlayacak.

Comments


© 2035 by Train of Thoughts. Powered and secured by Wix

bottom of page